DOLAR

38,1567$% 0.07

EURO

43,8191% 0.12

STERLİN

50,9141£% 0.39

GRAM ALTIN

4.070,75%-0,67

ÇEYREK ALTIN

6.700,00%-0,78

BİTCOİN

3223616฿%0.94199

İmsak Vakti a 02:00
İstanbul AÇIK 16°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
Fatih Karaçelik

Fatih Karaçelik

13 Mayıs 2023 Cumartesi

Şehri Anlarken: Mahalle II

Şehri Anlarken: Mahalle II
0

BEĞENDİM

ABONE OL

ŞEHRİ ANLARKEN: MAHALLE II

            Bu yazımda da Anadolu’da büyük eserler bırakan Selçuklular zamanındaki mahalleyi inceleyeceğim. Selçuklularda mahalle nasıl kurulurdu? Nasıl yönetilirdi? Demografik yapısı nasıldı? Kısaca bunlardan bahsedeyim.

            Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Türkler, yaptıkları savaşlar ile Bizans şehirlerini fethetmeye başladılar. Hakimiyeti altına aldıkları bu şehirlerde zamanın savaş kuralları gereği ilk olarak gayrimüslimlerin en büyük mabetlerini camiye çevirirlerdi. Hemen hemen Anadolu’nun bütün şehirlerinde bu şekilde kiliseden cami veya mescide çevrilen tarihi yapılara rastlamak mümkündür. Daha önceki yazımda da bahsettiğim üzere Hz. Peygamber’in “salih mesken” hadisi uyarınca mabedlerin çevresindeki meskenlere de halk yerleşirdi.

            Selçuklular’da ve (daha sonraki yazılarda da değineceğim üzere) Osmanlılar’da mahallerin kuruluşunda etkili olan faktörlerin başında tekke ve zaviyeler gelmektedir. Bu yapı kırsal yerleşim olan köyde de şehir yerleşimi olan mahallede de aynı şekilde hayata geçmekteydi. Ahi zaviyelerinin ve Kalenderhanelerin çevresine birer mahalle inşası sıkça rastlanan bir durumdu. Örneğin Kayseri ve Konya’da birer Kalenderhane Mahallesi bulunurdu ve bunlar görece olarak şehrin biraz daha dışındaydılar.

            Dönemin adeti olarak şehirler sur içerisinde yer alan kapalı bir düzendeydi. 12. asırdan itibaren ise şehirler sur dışına doğru yayılmaya başladı. Şehri fetheden Türkler, ilk önce şehrin merkezine yerleşirlerdi. Hemen burada meraklısı için Anadolu’da tespit edilebilen ilk sur dışı yerleşmenin Kayseri’deki Kölük/Güllük Mahallesi olduğunu da ek olarak ifade edeyim. Sivas, Konya ve Ankara’da da benzer mahallelerin varlığı bilinmektedir. Kayseri’de Kalenderhane, Neseb Hatun; Amasya’da Subaşı, Mesudiye; Sinop’ta Mescid-i Taybuğa; Malatya’da Atabey; Ankara’da Kızılbey Mahalleleri Selçuklu mahallesi olarak kabul görmektedir.

            Selçuklu şehirleri 10 ya da 15 mahalleden oluşurdu. Bu mahalleler de 30 en fazla 40 haneden meydana gelirdi. Zaman içerisinde artan nüfus ve hane sayısı ile birlikte mahalleler hem bölünmek suretiyle hem de yenilerinin oluşmasıyla çoğalmıştır. Evliya Çelebi Karaman’da 1671’de 32 mahalle olduğunu bahsederken, Osmanlı belgelerinden 1500’lü yıllarda Kayseri’de 72 ve 144 haneli mahallelerin olduğu anlaşılmaktadır. Mahalleleri bu kadar kalabalık yapan başlıca etkenin Selçuklular ve Osmanlılar zamanında uygulanan tekke ve zaviyelerin etrafında kurulan mahallelerin sakinlerinin bazı vergilerden muaf tutulması olduğu da söylenmektedir.

            Müslümanlar ve gayrimüslimler kendilerine ait mahallelerde ikamet ederlerdi. Konya’daki Alaeddin Tepesi’nin kuzeyinde Türklerin, güneyin de ise Rumların yaşadığı ifade edilmektedir. Rumların ve Ermenilerin de aralarındaki ihtilaflar nedeniyle ayrı ayrı mahallelerde oturduğu da tespit edilmiştir. Ama zaman içerisinde bazı mahallerde Müslümanlar ile gayrimüslimler birlikte yaşamaya başlamıştır. Mahallelerdeki dini ve etnik anlamdaki bu çeşitlilik  sosyo-ekonomik açıdan da söz konusuydu. Mahalle sakinleri arasında gelir seviyesi yüksek olan da vardı imarethaneden aldığı yardımla hayatını devam ettiren de. Esnaf ve zanaatkar ile idarecinin aynı mahallede oturması yadırganır bir durum değildi.

Bu mahallelerdeki camilerin imamı ya da tekkenin şeyhi oranın yöneticisiydi. Devlet tarafından görevlendirilen imamlar cemaate namaz kıldırmanın yanında vakıf eserlerinin imarından da sorumluydu. İmam ve şeyhten ayrı olarak “iğdiş” denilen ve görevi devlet ile halk arasındaki ilişkide önemli paya sahip bir halk temsilcisi vardı.

Selçuklu mahallesi konusuna burada bir nokta koyuyorum. Osmanlı mahallesini incelemeye başlayacağım bir sonraki yazıda buluşmak üzere hoşçakalın.

Devamını Oku

Şehri Anlarken: Mahalle

Şehri Anlarken: Mahalle
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Şehri Anlarken: Mahalle

Şehri anlamak ve tanımak için evlerden başlayan bir yola çıkmıştık. Demiştik ki şehri anlamanın ve tanımanın yolu onu oluşturan en küçük hücre olan evlerden geçmektedir. Ve bu doğrultuda evin ortaya çıkış sürecini ve gelişimini, “bizim evlerimiz”in Türk çadırından Türk Evine dönüşümünü elimden geldiğince anlatmaya çalıştım.

Bu yazıdan itibaren de “mahalle”yi konu edinmeye başlayacağım. Günümüzde sınırları yetkili makamlarca belirlenen bina toplulukları olan mahalle acaba geçmişte de böyle miydi? Neye mahalle, kimlere mahalleli denirdi? Günümüzde birbirini tanımayan insanlar topluluğu olan mahalle sakinleri yıllar yıllar önce de böyle miydi? Hiçbir fonksiyonu kalmayan mahallerin fonksiyonları görevleri nelerdi?  Bu ve karşımıza çıkacak daha nice sorulara cevap aramaya başlayalım.

Önce isterseniz şehirlerimizin temel taşı olan mahallelerimiz için yapılan tanımlamalara bakalım. TDK’ya göre günümüz mahallesini, “bir şehrin, bir kasabanın, büyükçe bir köyün, yönetim bakımından bölündüğü, yapı bölgeciklerinden ve insan topluluklarından oluşan en küçük parçalardan her biridir.” Bu tanım en az günümüz binaları ve şehirleri kadar soğuktur. Tanımın başlıca öğelerine bakacak olursak “yönetim”, “yapı bölgecikleri(!)” ve “insan topluluğu” kavramları karşımıza çıkıyor. En basit şekliyle tanımda ilişki ve iletişime maalesef tanımlarımızda bile yer vermiyoruz artık.

Bu bağlamda Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir kitabındaki mahallelerimiz ile ilgili şu tespitleri kayda değerdir: “Bugün mahalle kalmadı. Yalnız şehrin şurasına burasına dağılmış eski, fakir mahalleliler var.…. Bugünün mahallesi, artık eskiden olduğu gibi her uzvu birbirine bağlı yaşayan topluluk değildir; sadece belediye teşkilatının bir cüz’ü olarak mevcuttur. Zaten mahallenin yerini, alt kattaki üsttekinden habersiz, ölümüne, dirimine kayıtsız, küçük bir Babil gibi, her penceresinden ayrı bir radyo merkezinin nağmesi taşan apartman aldı.”

Peki tarihte mahallerimiz nasıldı? Özer Ergenç mahalleyi “birbirini tanıyan ve bir ölçüde birbirinin davranışından sorumlu olan kişilerin yaşadığı yer veya aynı mescitte ibadet eden cemaatin, aileleri ile birlikte ikamet ettikleri kesim” olarak tanımlamaktadır. Köksal Alver ise mahallenin toplumsal ve kültürel bir birim olma üzerinde durarak, mekana ek olarak insan, kültür ve toplumsal ilişkilerin de mahallenin temel öğeleri içerisinde yer alması gerektiğine vurgu yapmaktadır.

“Mahalle Osmanlı şehir yapısının çekirdeğidir.” diyen Turgut Cansever mahalleye ayrı bir tarihi misyon da yüklemiştir. Ona göre “…Osmanlı İmparatorluğu dünyanın dört bir tarafına ulaşan medeniyet tahayyülünü idari teşkilatın en küçük birimi olan mahallelerden başlatmış ve bu yönü ile mahalleye büyük önem vermiştir.”

İlber Ortaylı göre “Bugünkünün aksine ailenin içinde bulunduğu mahalle veya köy
topluluğu ile etnik-dini bağı vardır, hukuki bağı vardır. Çünkü bu topluluk
halkı birbirinin kefilidir. Nihayet bu topluluk devlet nezdinde bir takım
yükümlülükleri topluca yerine getiren bir birimdir. Mahalle veya köy bir
takım vergilerin tarhında, onların toplanmasında; asayişin sağlanması veya
bayındırlıkla ilgili bazı yükümlülüklerin yerine getirilmesiyle görevli ve
sorumlu birimdir”

Bu tanımlamaları bize geleneksel mahallelerimiz hakkında ufak da olsa bir fikir vermesi adına biraz uzun tuttum. Meraklılarına faydalı olacağını düşünüyorum. Bir sonraki yazıda buluşmak üzere….

Devamını Oku

Şehri Anlarken: Ev-8 Türk Evi

Şehri Anlarken: Ev-8 Türk Evi
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bu köşede yazmaya başlarken şehirlerin ve beledî hizmetlerin durumundan dem vurmuştuk. Demiştik ki bunlara çözüm bulabilmek için şehri anlamak gerekir. Şehri anlamak için de evden başlamak şarttır. Başlıktan da anlaşılacağı üzere yedi yazı yazmışız bu konuda. Bu sekizinci oluyor. Belki sekiz cilt yazsak yine de bitmeyecek bir konu aslında. Bu yazıda genel bir toparlama yapıp Türk Evi bahsini kapatalım isterseniz.

Türk Evi’nin iki özelliğini daha burada belirtmek isterim. Türk Evi, eklemeli bir plana uygun olarak gelişmiştir. Yani, ihtiyaç ortaya çıktıkça başta inşa edilen yapıya oda ya da odalar eklemlenebilmektedir. Bu özellik Türk Evi’ne örneği az rastlanır bir gelişim kolaylığı sağlamanın yanında hem ekonomik açıdan hem de aile bağları anlamında önemli bir etkiye sahiptir. Ve şunu dersek sanırım yanılmış ya da abartmış olmayız: Türk Evi içinde yaşayan bireyler gibi doğup yaşayıp gelişen bir niteliğe sahiptir.

Ayrıca Türk Evi insan ölçeğinde inşa edilirdi. Daha önce de belirttiğim gibi yoğunlukla iki katlı üretilen evlerde ölçü birimi olarak karış, adım, kulaç ve arşın gibi insan vücudunu referans alan uzunluklar kullanılırdı. Günümüz yüksek katlı evlerin insan ruhuna olumsuz etkisini göz önünde bulundurursak Türk Evi’nin bu yapısının sadece mimari ve teknik  kaygılarla inşa edilmediğini söylemek mümkündür.

Biz belki de sırf bu son iki özelliğini günümüz evlerinin inşasında yaşatabilseydik ne şehirlerimiz bu halde olur ne de şehirler, yaşayanlara zindan haline gelirdi. Gökdelenler, rezidanslar, etrafı yüksek duvarlarla çevrili ihtişamlı siteler evet belki zamanın getirdiği bir ihtiyaç olabilir. Buralarda yaşamak isteyenler de olabilir. Haklarıdır da… Ama şehirlerimizin silüetlerini hunharca katleden ve insanlara başka alternatiflerinin olmadığını dayatan bir anlayışı insan için de şehir için de sağlıklı bulduğumu söyleyemem.

Türk Ev geleneğini terk edince komşuluk kavramını da ellerimizle yok ettik. Bireyi dört duvarın arasına hapsettik. Ne sokak kültürü kaldı ortada ne de mahalle… Ama her yıl hiç utanıp sıkılmadan “Nerede o eski ramazanlar/bayramlar?” klişesini dile getirmekten de geri kalmadık. İnsanî olan ne kadar değer varsa inşa ettiğimiz evler ile birlikte şehrin kalbinden söküp çıkardık. İnsanî ölçekten ve estetikten yoksun üretilen yapıların insan psikolojisi üzerindeki olumsuz etkisi üzerine yazılmış onlarca makaleye internet ortamında ulaşmak mümkündür. Peki şehirlerin gasp edilen ruhu, çalınan kimliği ne olacak?

Şehirlerin bu durumu artık maalesef daha kötü bir şeye sebep oluyor. Şehir hayatını haklı olarak yaşanmaz bulanlar hızla kırsala, köye kaçıyor. Ve bunu yaparken de gittikleri yerlere maalesef uyum sağlamak yerine şehirde görüp alıştıkları düzeni de götürüyorlar. Kerpiç, taş ve ahşap ağırlıklı köy evlerinin içinde bir bakıyorsunuz betonarme binalar yükselmiş. Bir iki katlı köy evlerinin yanı başında üç dört katlı hem mimari olarak hem de yapı olarak çevresiyle uyumsuz evler çoğalmaya başladı maalesef. Şehirleri bitirdik şimdi sıra kırsala köye geldi anlaşılan.

            Türk Evi ile ilgili kaleme alınacak pek çok detay var. Bu konuda daha detaylı bilgi edinmek isteyenlere Turgut Cansever, Doğan Kuban ve Sedad Hakkı Eldem’in kitaplarını okumalarını naçizane tavsiye ederim. Ev konusuna burada şimdilik bir nokta koyuyorum. Yeni bir başlıkla bir sonraki yazıda buluşmak dileğiyle sağlıcakla kalın.

Devamını Oku

Şehri Anlarken: Türk Evi

Şehri Anlarken: Türk Evi
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Son iki yazımda Türk Evi’nin coğrafi, tarihi birikim ve dini telkinlerin etkisiyle nasıl geliştiğini anlatmaya çalıştım. Bu yazımda da Türk Evi hakkında genel bir tanıtım yapmaya çalışacağım.

Türkler, Orta Asya’dan beri doğa ile hep iç içe yaşamışlardır. Bu alışkanlığı evlerde de devam ettirmek arzusuyla bahçeye önem vermişlerdir. Sokaktan yüksek duvarlarla ayrılan avlunun en büyük kısmını bu bahçe oluşturmaktaydı. Bu avluda bahçeden ayrı olarak ahır ve samanlık da yer alırdı. Ahırın üst katı ise yaşam alanı olarak kullanılırdı ki bu özellikle kışın ısınma ihtiyacına da fayda sağlardı. Yani evler avlu kapı, avlu, ev sıralaması ile oluşurdu.

Maurice Cesari, Osmanlı Evleri ile Bizans ve diğer komşu bölgelerin evlerini ayıran özellikleri şöyle sıralamaktadır: Kentsel bir boşluk olarak duvarla çevrili bahçe, tam olarak geometrik odaların serbest ilişkisi ve ahşap yapı. Bununla birlikte; mutfak, kiler, odunluk, kümes, tuvaletler, kuyu ve çeşmenin bulunduğu bu bahçe ile yaşama, yeme içme ve uyuma mekanından ayrılmış olmaktadır. Günümüz evlerinde ıslak zemin olarak tarif edilen alanlardan ise sadece gusülhane (banyo) odaların içinde yer alırdı.

Türk Evi’nde oda bütün fonksiyonları ile bir yaşam mekanı olarak tasarlanmıştır. Az önce de belirttiğim gibi oturma, dinlenme, uyuma, yeme içme odada gerçekleşirdi. Sokağa bakan tarafta pencereler yer alırdı. Bu pencerelerin üst tarafında yer alan saçaklar yazın dik kışın eğik açıyla gelen güneş ışınlarından en üst seviyede faydalanmak-korunmak amacıyla belirli bir uzunlukta yapılırdı. Odanın içe bakan kenarlarından birinde gusülhane, onun yanında da ocak yer alırdı. Odanın diğer duvarlarında ise yüklük ve sergen denilen raflar yer alırdı.

Hayat ise odaların direkt açıldığı bölümdür. Kimi yerlerde sofa ya da çardak da denilmektedir. İç mekanla bahçe arasındaki geçiş bölümü olan hayatın günümüzdeki karşılığı koridora denk gelmektedir. Misafir ağırlama, dinlenme, gündelik işlerin yapılması gibi amaçlarla kullanılırdı. Önceleri hayatın halı ve kilim ile kaplı olan zemini üzerinde oturulurken zamanla sedir ile teçhiz edilmiştir.

Sedad Hakkı Eldem Türk Evi’ni hayat bağlamında dört gruba ayırmaktadır. Sofasız ev daha çok Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde karşımıza çıkar ve odadan direkt avluya çıkılır. Dış sofalı evlerde odalar doğrudan sofaya açılır iklim şartlarına göre sofa yarı açık ya da kapalıdır ve oturma alanları yer alabilir. İç sofalı evlerde ise odalar sofanın iki yanında yer alır. Şehirleşmenin yoğun olduğu yerlerde bu tip evlere daha çok rastlanmaktadır. Doğa ile etkileşim daha azdır ve açık ve kapalı olarak tasarlanabilir. Orta sofalı evlerde de odalar sofanın baş köşelerinde yer alır. Odaların arasında eyvan ya da hizmet yerleri yer alır. Konak ve saraylarda yaygın olarak kullanıldığından İstanbul’da yaygın olup Anadolu’da rastlanmamaktadır.

Bir sonraki yazıda yeniden buluşmak üzere sağlıcakla kalın…

Devamını Oku

Şehri Anlarken: Türk Evi

Şehri Anlarken: Türk Evi
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Şehri Anlarken: Türk Evi

Bir önceki yazımda Türk Evi’nin inşasındaki estetik kaygı ve teknik alt yapı konularını hadislerin ışığında incelemeye çalışmıştım. Yeri gelmişken şunu hemen ifade etmek isterim ki bu konuda geçmiş yazılarımın her bir başlığı için ciltler dolusu kitap yazmak mümkündür ve yazılmıştır da. Ben burada konuyu çok detaylandırıp dağıtmadan bir öz olarak sizlere sunmaya çalışıyorum. Konuyu daha ayrıntılı ve akademik şekilde kaleme almanın okuru sıkabileceği düşüncesindeyim. Dolayısıyla kısa ve konuşma dilinde yazılarımı kaleme almaktayım. Bu kısa hatırlatmayı yaptıktan sonra dinin Türk Ev mekanına etkisini incelemeye bir önceki yazıda bıraktığım yerden devam edelim.

“Bir kimse binasını yedi (bir başka rivayette on) ziradan (bir zira yetmiş santimetreye denk gelmektedir.) fazla yükseltirse kendisine (semadaki bir müdani tarafından): Ey fasık nereye (gitmeyi arzu ediyorsun) diye nida edilir.” hadisinden Hz. Peygamber’in yüksek inşaatlardan hoşlanmadığı net olarak anlaşılmaktadır. Bunun sebebi olarak da kibirlenme, mahremiyeti çiğneme gibi gerekçeler gösterilmektedir.

Osmanlı Devleti’nde de bu konu kanunnamelerle belirlenmiştir. 1724-25 yıllarında Müslüman evlerinin irtifaları oniki, gayr-i müslimlerin evlerinin ise dokuz zira olması kararlaştırılmıştır. 1817-18 yıllarında ise bu ölçüler Müslümanlar için ondört, gayr-i müslimler için ise oniki zira olarak belirlenmiştir. Sedad Hakkı Eldem’in “Türk Evi tek katlı bir evdir esas itibariyle ve bu tek kat zeminden kopuk bir kattır.” diyerek ifade ettiği yapı da esas itibariyle yukarıda sayılan ölçülerin bir ürünüdür. Aşırı yüksek bina inşa etmekten kaçınma sadece evlerde değil Topkapı Sarayı gibi yönetim mekanlarında da karşımıza çıkmaktadır.

Ev ile direkt bağlantılı olmasa da dolaylı olarak ev inşasını etkileyen hadisler de vardır. Kanaatime göre israf, mahremiyet ve sadelikle (gösterişten kaçınma) ile ilgili hadisler bu noktada önemli rol oynamıştır. Yapı malzemesi olarak bölgenin durumuna göre taş, ahşap ya da kerpicin kullanılması, evlerin en fazla üç kata kadar yapılmasına müsaade edilmesi israf konundaki duyarlılıktan kaynaklanmaktadır. Hatta öyle ki evlerin inşasında faydalanılan malzemeler daha sonra herhangi bir sebepten dolayı tekrar kullanmak gerekebilir düşüncesiyle tasarlanırdı.

Evler mahremiyet gereği yüksek bahçe duvarları ile çevriliydi. Oturma alanının üst katta olmasının sebeplerinden biri de buydu. Mahremiyet Türk Evi’nde kapından başlayarak karşımıza çıkmaktadır. Kapıda biri büyük biri küçük iki halka olurdu. Eve dışarıdan gelen kimse erkek ise kalın ses çıkartan büyük halkayı, kadın ise daha ince ses çıkartan küçük halkayı kullanarak kapıyı çalardı. Ev sahibi de bu sese göre kapıyı açardı. Hatta kimi kapılarda yer alan sürgülü küçük pencereler de bu mahremiyet ihtiyacının bir eseriydi. Gününü sürekli evde geçiren kadının dışarıyı izleyebilmesi, sokakta oynayan çocuklarını göz teması sağlayarak rahatlıkla kontrol edebilmesi gibi kullanım amaçlarını sıralayabileceğimiz cumbalarda da bu etkiyi görmemiz mümkündür. Yine Türk Çadırı’nda görmediğimiz haremlik–selamlık ayrımı da mahremiyet ilkesinin bir getirisidir.

Turgut Cansever, Türk Evi’ndeki sadelik hakkında şunları söylemektedir: İbadet eğer asudelik, sessizlik, huşu, dürüstlük, yanlıştan kaçınma, en büyük hakikate en yakın olma duygularının gereğini yaşamayı mümkün kılan bir tecrübe, onu yaşama kararlılığı ise ev de mutlak doğruya yakın, her türlü yanılgıdan uzak, asude, dolayısıyla asudeliği bozacak unsurlardan arınmış olmalıydı. Zühd gibi aza razı olan esaslar içinde tasarlanmış olmalıydı. Bu esaslar evin biçim dünyasına yansımalıydı.

Bir sonraki yazımda Türk Evi’ni incelemeye devam edeceğim. Tekrar görüşmek ümidiyle…

Devamını Oku