DOLAR

38,1864$% 0.56

EURO

43,6209% 0.35

STERLİN

50,8642£% 0.33

GRAM ALTIN

4.083,73%0,54

ÇEYREK ALTIN

6.726,00%0,24

BİTCOİN

3214416฿%-0.00238

İmsak Vakti a 02:00
İstanbul AÇIK 16°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
Muhammet Taha YILDIRIM

Muhammet Taha YILDIRIM

13 Mayıs 2023 Cumartesi

Anadolu’nun Kadim Şehircilik Hafızası

Anadolu’nun Kadim Şehircilik Hafızası
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Anadolu coğrafyası , bilim ,sanat eğitim, gelenek  görenek gibi unsurlardan oluşan çok çeşitli ve zengin tarihi ve kültürel hazineye sahiptir. Tabi ki  bu hazinenin  oluşumunda jeopolitik etki  ve iklim önemli bir yere sahiptir. Bu kadim hafızanın birikim bendleri,  yerleşim merkezleri ve şehirler olmuştur. Aynı zamanda yaşanılan kültürde bu şehirlere şeklini ve ruhunu vermiştir. Hatta bu bendin ilk taşı  bu coğrafyada konmuş ve örülmeye başlanmıştır.

Pekala kimdir bu ustalar? Nerde, ne zaman, nasıl ördüler bereketli coğrafyamızın şehirlerini ?

Tarihin sıfır noktası ve dünyada tespit edilen ilk yerleşim yeri Göbeklitepe

Yerleşim yeri olarak kullanılmadığı bilinen ve tapınmaya hizmet eden Göbeklitepe, şaşırtıcı anıtsal mimarisiyle 2018 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girdi. Türkiye’de de’’ 2019 Göbeklitepe Yılı” ilan edildi. Henüz küçük bir bölümü çıkarılan Göbeklitepe, yaklaşık 12 bin yıllık geçmişiyle insanlık tarihini değiştirdi. Dünyanın bilinen en eski ve en büyük tapınma (kült) merkezi sayılan Göbeklitepe ile dinsel inanışın yerleşik yaşama geçişteki etkisi kanıtlandı.

Harran Ovası’na hakim bu tarih öncesi yerleşimin sınırlı bir bölümü kazılsa da, sıra dışı bulguları Neolitik Çağ’la ilgili pek çok bilgiyi altüst etti. Şanlıurfa’nın Örencik Köyü yakınlarındaki Göbeklitepe kazılarını 1995’te Alman arkeolog Prof. Dr. KlausSchmidt başlattı ve 2014’deki ölümüne dek 20 yıl sürdürdü. Göbeklitepe; avcı-toplayıcı yaşamı, tarım ve hayvancılığa geçişi, tapmak mimarisi ve sanatın doğuşunu anlamamıza önemli katkılar sağladı. Varlığını M.Ö. 8 bin dolaylarına kadar sürdürdükten sonra terk edildi. Başka ya da benzer amaçlarla kullanılmadı.(1)

Çatalhöyük

Çatalhöyük, İç Anadolu’daki Konya Ovası’nda yer alan Neolitik Dönem’e ait bir höyüktür. Konya Ovası, İç Anadolu Platosu’nun güney kenarında yer alan düz bir topografyaya sahip ve genellikle ağaçsız, zengin bir tarımsal bölgedir.. Çatalhöyük’teki yerleşim günümüzden yaklaşık 9.400 yıl önce Neolitik Dönem’de başlamış olup, alandaki yerleşim Kalkolitik Dönem’e kadar yaklaşık 2.000 yıl boyunca sürmüştür. İnsanoğlunun toplayıcılıktan yerleşik ve birlikte yaşama geçişinin büyük ölçekli bir örneği olması (34 hektarlık alanda tahminen 3.000-8.000 kişilik nüfusu ile), yerleşimin çağlar boyu sürmesi (sadece Doğu Höyüğünde 18 katmanda 1.400 yıl boyunca yerleşim kesintisiz devam etmiştir), ayrıntılı öyküleyici sanat eserlerinin yoğun olarak ele geçmesi ve fevkalade korunmuşluk durumu ile Çatalhöyük Neolitik Kenti bu konudaki en iyi örnektir(2)

Dünyadaki ilk kent merkezlerinden biri olarak, Çatalhöyük, insanlık kültürünün gelişmesinde kurucu nitelikte bir döneme şahitlik eden bir istisnadır. Yaşı, büyüklüğü, korunmuşluk durumu ve yerleşmenin kullanıldığı uzun süre sayesinde Çatalhöyük, 9.000 yıl öncesindeki hayatın araştırılması için özgün bir fırsat sunmaktadır. Alandaki duvar resimleri, heykelcikler ve cenaze töreni ritüelleri gibi kanıtlar, Küçük Asya’daki bu döneme özgü olan ve yoğun olarak görülen güçlü kültürel ve sanatsal gelenekleri doğrulamaktadır.  (3)

İlk Şehir planlamacısı: Hippodamos

Miletli Hippodamos5. yüzyılın ortalarına doğru hayatta olan mimar Hippodamos, Atina Limanı’nın, Peiraieus’un ve Tarentum Körfezi yakınlarında Atinalıların kurmuş oldukları Thuriikolonisi’nin planlarını yapmıştır.

Hippodamos, klasik anlamda, bu gridlerden kültür simgesi olarak yararlanan ilk şehir plancısı olarak bilinmektedir. Onun inancına göre grid uygar hayatın mantığını simgelemektedir(4) Grid – gridiron ya da “checkerboard (dama tahtası)”, tarihteki planlı şehirlerin şimdiye kadar uyguladıkları en yaygın modeldir. Hem coğrafi, hem de kronolojik olarak (tarih boyunca kullanımı sürekli olmasa da) evrenseldir. Arazinin kolayca parsellenebilmesine ve gayri menkullerin satılabilmesine imkan verdiği için tercih edilen bir plan olan gridal planda, savunma için düz sıralanmış caddelerin sağlamış olduğu avantajlar Aristotales’den beri bilinmektedir ve doğrusal cadde modeline huzursuz bir nüfusu gözlem altında tutmak için de başvurulmuştur.  Gridlerden askeri düzenlemelerde (Romalı Castra), dini akitlerde, ticari kapitalizmde (demiryolu kasabaları) ve endüstriyel planlamada faydalanılmıştır.(5)

Uruk: İlk Şehir ve Şehir Devleti

Güney Mezopotamya’da ilk kez ortaya çıktığı ve bunun bağımsız sosyal, ekonomik ve siyasi bir yapı olduğu anlaşılmıştır. Ortaya çıkan bu şehir devleti, bir çekirdek şehir ile onu çevreleyen tarımsal havzadan oluşuyordu. Surla çevrilmiş şehir; dış mahallelerle, limanlarla, meyve bahçeleri ve tarlalarla kuşatılmıştı. Şehir merkezi, şehir çevresinde kümelenmiş, hem kült hem de sosyo-ekonomik örgütlenme merkezi olarak şehri kabullenen, özellikle tarımsal kasabalar ve köyler şeklindeki daha küçük yerleşmeler hiyerarşisinin zirvesinde yer alıyordu.

M.Ö. IV. binyılın sonlarına doğru şehir merkezlerinin hızlı gelişimi, bu şehirlerin çoğunlukla gıda üretiminde yer almayan şehir sakinlerinin geçimini sağlayan, kırsalda yer alan şehre bağımlı bu küçük yerleşmelerin başarısına dayanmaktadır. Bu farklı türden yerleşmelerin birlikteliği, mükemmel bir şekilde kendi kendine yeter ekonomik bir dengeyi oluşturmuştur. Dolayısıyla  mezopotamyada ortaya çıkan ilk devletin, Geç Uruk Döneminde büyüklüğü yaklaşık 250 hektar ve tahmini nüfusu 40.000 olan Uruk yerleşimi tarafından örneklendirilen bir şehir devleti olduğu kabul edilmektedir.(6)

Bizans

Yunan ve Roma Dönemlerinde olduğu gibi bu dönemde de şehirler yüksek bir arazi üzerine kurulmuş ve merkezde yer alan meydanlar yuvarlak planla oluşturulmuştur. Kiliseler genellikle önemli meydanlara yapılmıştır. Bizanslılar şehircilikte en önemli ayrıntı olan hipodrom geleneğini unutmamışlar ve şehirlerde bu geleneği devam ettirmişlerdir. Kentler ve evler bu dönemde tiyatro mekânları ortadan kalkmış, yerini hipodroma bırakmıştır. Hem savunma hem de yeni bir Bizans mimari özelliği olarak şehrin etrafı surlarla çevrilmiştir. Kıyı şehirlerinde liman bulunmakta ve mutlaka şehrin içinde esnaf sanatkârların belirli bölgeleri, teşkilatı ve nizamnameleri yer almaktaydı. Evlerin çoğunluğu tuğladan bazıları ise nadiren mermerden yapılmıştır. Zengin evlerin çatıları düz yapılmış ve bu çatılar teras olarak kullanılmıştır. Evler genelde yuvarlak olarak ortada hol ile yapılmıştır. Üst katı taşıması için ya ahşap ya da taş sütunlar kullanılmıştır. İçeriden merdivenlerle ulaşılan üst katlarda yatak ve oturma odaları yer almış, merdivenler genelde ahşap ya da taş, zengin evlerinde ise mermerden yapılmıştır. Üst kat odaların pencereleri bahçeye bakmıştır. Duvarlar genellikle badanalanmış, duvarlar haç ya da diğer dini motiflerle boyanmış, üst katta ise hizmetçi odaları yer almıştır. Zengin evlerin çoğunda merkezi bir ısıtma sistemine mutfakta ocaklar için bacalar yer almaktaydı. Evlerde tuvalet ve borularla denize kadar uzanan kanalizasyon şebekesi bulunmaktaydı. Zengin evlerinde özel kilisecikler de yer almaktaydı. Fakir evleri ise çok basit bir şekilde inşa edilmiş; çatıları genelde çalı-çırpıyla örtülmüş taban ise topraktan yapılmıştı.

Anadolu Selçuklu Kenti

Anadolu Selçuklu kenti; Anadolu’da Hıristiyan–Bizans yerleşim kültürü mirası üzerinde, tarihsel kökenleri Orta Asya ve İran coğrafyasına uzanan Türk– İslâm toplumunun mekânsal gereksinimlerine göre uyarlanmış ya da Türk– İslâm toplumunun geleneksel yaşam biçimine göre yeniden yapılandırılmış mekânsal örgütlenme düzeni olarak tanımlanabilir. Başka bir ifadeyle, Orta Asya ve İran’dan Anadolu’ya aktarılan kültür birikimi ve yerleşme pratiklerinin, Anadolu’da devralınan Bizans yerleşme kültürü altyapısı üzerinde birleştirilmiş mekânsal ürünleridir. Nitekim Anadolu kentlerinde Selçuklu dönemine tarihlenen sanatsal ürünler üzerine yapılan araştırmalar), Selçuklu kent kültürünün Orta Asya ve İran–İslam kültürü ile Anadolu’da Hıristiyan–Bizans kültürünün sanatsal ortaklıklarına dayandığını  en azından etkilendiğini düşündürmektedir. Dolayısıyla coğrafyalar–arası sanatsal devinim ve kültürel etkileşim sürecinin, Selçuklu kentlerinin mekânsal ve işlevsel örgütlenme düzeni üzerinde etkin olması kaçınılmaz bir sonuç olarak görünmektedir.

Bu açıdan;  Orta Asya ve İran Türk–İslâm coğrafyası yerleşik yaşam kültüründe, minberli cami olarak adlandırılan ulucami ya da Cuma camilerine sahip yerleşmelerin kent olarak adlandırıldığına ilişkin kayıtlar ile Anadolu Selçuklu dönemi sonrasına tarihlenen erken Osmanlı vakayî–namelerinde “Cuma kılınır, bâzar’ı kurulur.” ya da “kadı konuldu, subaşı konuldu, bâzarı kuruldu, hutbe okundu, Cuma kılındı.” ifadeleri (Âşıkpaşaoğlu 1970: 22– 23) karşılaştırmalı değerlendirilirse; “kent” kavramını tanımlayan ya da karşılayan temel mekânsal ögelerin (ulucami ya da pazar gibi), Orta Asya ve İran coğrafyası yerleşik yaşam kültüründen Anadolu’ya taşındığını ya da aktarıldığı göstermesi bakımından dikkat çekicidir.(8 )

Bu çerçevede, kentsel mekânı biçimlendiren ya da yönlendiren temel ögeler; saray–darphane gibi siyasal ve stratejik kurumların üzerinde konumlandığı yönetimsel merkez işlevindeki iç kale ve Ahmedek, sosyal ve kültürel kent yaşamının merkezi niteliğindeki ulucami ya da Cuma camisi ile ekonomik etkinliklerin örgütlendiği çarşı ya da pazarlar olmuştur. Başka bir ifadeyle, kentsel omurga bu üç temel unsur üzerine oturmuştur. Bu mekânsal kurguya, cami–medrese–hamam ya da cami– dârü’şşifâ kompozisyonlarından oluşan erken dönem külliyeleri niteliğindeki sosyal–kültürel hizmet kurumları ile tekke ve zaviyeler gibi dini ve askeri içerikli kolonizasyon yapıları, sur dışı mekânsal gelişmeleri yönlendiren/biçimlendiren ikincil gelişme odakları olarak eklemlenmiştir.(9)

Osmanlı Şehri

Osmanlı şehrinin Avrupa ile Asya şehir modellerinin özgün bir sentezi olduğu görülür. (Baykara 1999:528,529) 5 İmparatorluğun hemen hemen tüm kurumlarında ve sistemlerinde olduğu gibi Türk, İslam ve Bizans mirasından etkilenen, ancak hiçbirine tam olarak benzemeyen bir zihniyet şehirlerde ve şehirleşmede kendini göstermiştir. Mustafa Akdağ bu sentez içerisinde Türk kültürünün çok daha ağır bastığım kabul eder. Ona göre; Osmanlı şehri, Selçuklu dönemi kent kültürünün bir devamıdır. Devletin kuruluşundan İstanbul’un fethine kadar geçen süreç, Osmanlı kültürünün oturma sürecidir ve kurumlar, yönetim stratejileri yoğunlukla Selçuklu izlerini taşır. Bundan sonraki elli yıl içerisinde ise tam olarak Selçukluya benzemeyen, Osmanlı ‘nın kendine özgü biçimleri yerleşecektir (Akdağ 1995b:27,28).

Osmanlı şehrinin bir diğer kendine özgü özelliği ise ‘kendiliğinden’, daha doğrusu bir doğallık içinde gelişmesidir. “Şehir yekpare bir yapı olması yerine mescid, cami, mektep, tekke, kitaplık ve hamam gibi yapılar etrafında odaklaşmış, kendi kendini yöneten idari birimler, mahalleler olarak teşkilatlanmış bulunması. …. ”  bu doğal gelişimi ifade eder (Armağan 1999:542,543).

Bu noktada Osmanlı şehrinin ulu cami, kale ve çarşı etrafında kümelendiği görülür (Faroqhi 2004:700). Camiler bu manzara içinde daha fazla ön plana çıkmaktadır. Günümüzde ağırlıklı olarak İslam dinine inanan kişilerin ibadet ettikleri yer şeklinde görülen camiler, deyim yerindeyse, Osmanlı şehrinin odak noktasını teşkil eder. O kadar ki, şehrin merkezine mahalleler, mahallelerin merkezine ise camiler konularak şehrin cami etrafında inşa edildiği bile söylenir. Burada hakim unsur, Ortadoğu şehirleşme geleneğidir”. Bu anlamda cami, sadece dini ibadetlerin yerine getirildiği bir mekan değil, toplumun çeşitli sosyal tabakalarının bir buluşma noktası olarak kabul edilmiştir. Camilerin yanında vakıflar da Osmanlı şehirlerinde önemli yer tutar. Vakfın şehre katkısı çift yönlüdür. Öncelikle vakıf, şehir insanı açısından sosyal bir cazibe merkezi niteliği taşır. Bünyesinde ibadethaneler, aşevleri, imarethaneler, hastaneler ve benzeri yapıları barındıran ve genellikle de bunları tek bir çatı altında toplayan vakıflar, şehir insanının günlük yaşamının vazgeçilmez unsuru halini alırlar. Bunun doğal sonucu, şehrin gelişim ve genişleme süreçlerinde vakıf külliyelerinin önemli merkezler halini almasıdır. Osmanlı şehrinde yaşayan herhangi bir insanın birçok beklentisine ve ihtiyacına yanıt verebilen bu bütünleşik mekanlar, çok doğal olarak Osmanlı şehir yapılanmasında hakim unsurlardan biri olarak karşımıza çıkarlar. (10)

Anadolu da yerleşme ve şehircilik hafızası Mö.12 000 li yıllarda Harran’da inancın peşinde koşan insanların toprağa kazmayı vurup, ilk taşı koymasıyla başlamış, Çatalhöyük’te buğday tohumunun ekilmesiyle filizlenmiş, Mezopotamya’da devletleştirilmiş, Miletli Hippodamos Planlamıştır. Hitiit, Lidya,FrigUruartu vb.İlkçağ uygarlıklarından bayrağı Bizans devralmış, Selçuklu Türk-İslam kültürü ihtiyaçlarına göre Cami, medrese, kervansaray ,han, hamam, tekkelerle şehirleri yeniden ihya etmiş. Osmanlı devleti ise İlkçağdan itibaren İran, Mezopotamya, Mısır Medeniyetlerinin etkisi ile beslenmiş, zenginleşmiş Anadolu şehircilik yapısı ve anlayışını farklı bir noktaya taşımıştır. Avrupa, Bizans, Asya ve Selçuklu şehir anlayışını sentezleyerek kendine özgü bir şehircilik anlayışı ortaya koymuştur.

Anadolu’nun kadim şehircilik hafızasının metaforu“Hippodamos’un planladığı şehirleri Mimar Sinan İnci gibi işlemiştir”.

Kaynaklar

  • 1.https://muze.gov.tr/muze-detay?SectionId=SGT01&DistId=SGT
  • 2. Mayıs 2013,catalhoyuk-neolitik-kenti-yonetim-planipdf
  • 3. Mayıs 2013,catalhoyuk-neolitik-kenti-yonetim-planipdf
  • 4.YILMAZ,N.(2006). Izgara Tasarlı Kent Gelişimi Ve Anadolu Örnekleri.
  • 5.YILMAZ,N.(2006). Izgara Tasarlı Kent Gelişimi Ve Anadolu Örnekleri.
  • 6.Tekin,M.(2017). Dünya Tarihi’nde İlk Şehir Ve Şehir Devletinin Ortaya Çıkışı Ve Gelişimi. Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi
  • 7.Bizans Uygarlığı Anadolu Mimarisi. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlığı.
  • 8.Özcan,K.(2010). Erken Dönem Anadolu–Türk Kenti Anadolu Selçuklu Kenti ve Mekânsal Ögeleri. Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanlığı
  • 9.Özcan,K.(2010). Erken Dönem Anadolu–Türk Kenti Anadolu Selçuklu Kenti ve Mekânsal Ögeleri. Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanlığı